22 Ocak 2014 Çarşamba

Ouroborostan Hikaye Tarzında İnanç

Özel Güç 


Eminim ki herkes özel bir gücünün olmasını istemiştir en azından bir kere.  İnsanlar özel bir güç istemese Marvel ve DC gibi çizgiroman devleri özel güce sahip karakterler yaratmaz. Televizyonlarda yayınlanan Heroes dizisi bu kadar hit yapmaz. X-men’in 6. Filmini çekmek için bu kadar paralar yatırılmazdı. Herkes hayal gücünün el verdiği ölçüde değişik güçler istemiştir. Kimileri flash karakteri gibi hızlı gibileri storm karakteri gibi havayı kontrol edebilen güçler istemiştir. Yani başka birinin hayal gücü isteklerinden ileri gidememişlerdir. Ben daha farklı bir güce sahip olmuştum. Sahip olduğumu sanmıştım belki de. İşte bu satırlar sizin söylemekten ve yazmaktan çekindiğiniz özel güç istekleriniz için yazıldı. Ve bu özel güç uğrana inandıklarınız için.

Bende bir zamanlar başkalarının hayal gücünün esiriydim.  Flash gibi hızlı koşmak istediğim zamanlar Megamind gibi zeki olmak istediğim zamanlar Wolverine kadar özgür ve tapılası olmak istediğim zamanlar. Kısacası çizgi romanların dizilerin filmlerin esiriydim.  Bir esir olmaktan mutluydum. Düşünmeye ihtiyacım yoktu. Her şey benim için hazır olarak sunulmuştu.

Üst seviye bir Amerikan ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Büyük büyük babalarım İngilterenin York şehrinden gelip New York adlı şehri kurmuş yerleşmişler.  Dünyadaki her insanın kendi ülke illerini bile bilmeden önce bildiği o muhteşem şehri kurucu ailelerinden birinin çocuğum kısacası. Bu arada ben hala kendimi tam olarak Amerikan saymam. New York’u herkes bilir fakat neden Yeni  York olarak söylediğini bilmez ben ise biliyorum. Ben o eski York’un çocuğuyum. Bir İngilizim bence.  Büyük dedelerim bile İngiliz olduğumuzu unutmamamız için şehri Yeni York olarak adlandırmışlar. En azından ben böyle inanıyorum. Buralar hikayem için önemsiz fakat benim takıntılı olduğum kısımlardı. Bu gereksizliğe son verip hikayeme dönüyorum yani özel gücüme.

Dediğim gibi üst seviye bir aileden geldiğim için doğuştan esirdim. Herkes fakir insanların esir olduğunu düşünür. Evet onlarda esir ama paranın esiri ben ise kurulu düzenin esiriyim. Ailem ben daha doğmadan her şeyi hazırlamışlardı. Öleceğim tarih belli olsa cenaze törenimin yapılacağı kilise, insanların oturacağı düzen, peder bile hazırlanmış olurdu. Bu kurulu düzen içinde benim başka bir şeyi hayal etme gücüm elimden alınmıştı. Bu yüzden klasik güçlerin esiriydim. Taa ki o olay gerçekleşip elde etmek için uğraşacağım özel gücü seçeceğim güne kadar. Olaydan önce gücü anlatmak istiyorum sizlere.

İşte beklediğiniz an geldi. Özel gücümü belirtiyorum sizlere. Maddeyi dönüştürme gücüne sahibim. Evet maddeyi farklı bir şeye dönüştürebiliyorum. Aslında farklı bir şey kavramı pek açıklayıcı olmadı. Şöyle desem daha doğru olur iki şeye. Ben bir simyacı gibi ekmeği ete , şarabı kana dönüştürebiliyorum. Belki de öyle inanmıştım. Şu anda bende bilmiyorum bu özel güce sahip olup olmadığımı ama bir zamanlar sahiptim.
Ekmeği ete dönüştürdüğüm ilk gün o ekmeğe bir sevgilinin gözlerine bakar gibi bakmıştım. Gözlerimi bu ekmekten alamamıştım bir süre. O şaraba ne demeli? Bir içki bir kan olmuştu. Canlığı sağlayan iki büyük temel etkini yaratmıştım; et ve kan. Artık bir görev gibi hissediyordum bir amacım vardı. Her gün önceden belirlenmiş şeyler uyuşuk uyuşuk kalktığımdan yatağımdan heyecanla fırlıyordum. Görevim vardı özel gücüm vardı belkide en önemlisi diğer insanlardan farklıydım. Herkesin isteyip elde edemediği şeye hesap olmak istememin asıl nedeni farklı olmak istemem olduğunu ise şimdi daha net görebiliyorum.

Özel gücümü öğrendiniz artık ama bu yazı daha bitmedi hatta yeni başlıyor.

İlkokula gidip gitmediğimi bile hatırlamıyorum. O kadar küçük bir çocuktum bu olay olduğunda. Her şeye inanan saf bir çocuktum. Yetişkinlerin sözlerine katıksız şekilde güvenir sorgulamazdım. Bir gün babam beni kiliseye götürmek istedi. Belki inançlar genç yaşta verilmeliydi ama ben inancı sorgulayıp inanacak kadar bile büyümemiştim. Ve kilise adı verilen o devasa binalardan korkuyordum. Gerçi bizim evimizin de onlardan pek farkı yoktu. Katolik inançlarına kayıtsız şartsız inanmış bir ailenin evi olarak dekore edilmişti. Hristiyanlığın getirisi olarak görsel ögelere çok önem verilmişti. Lenardo da Vinci’nin ünlü tablolarının birebir kopyalarından bazıları evimizi süslüyordu. Örneğin eve girişte Deipara(Bakire Meryem) heykelinin hemen yanında Son Akşam Yemeği tablosunun birebir kopyası vardı. Bu örneği vermemin nedenini ileride çok daha iyi anlayacaksınız. Bunların kopya olmasının nedeni de gerçeğini alacak kadar zengin olmayışımız değil tabloların korunuyor oluşuydu. Bu son cümle küçüklüğümden kalan zenginliğimizi kanıtlama huyu olsa gerek. Babamın isteğine dönelim ki siz farklı alemlere sürüklemeyeyim. Kiliseden korkan biri olarak tabi ki burun kıvırdım bu teklife. Babam ise koltuk altımdaki özel güçlü karakterlerin bulunduğu boyama kitabına bakıp “ ama orada özel gücü olan biri var. Onu görmek isteyeceğini düşünmüştüm” dedi. Babam zeki bir adamdı. Bir boyama kitabındaki karakterden yola çıkıp beni kandıracak sözcüğü bulmuştu; “Özel Güç”. Kitabımı odamdaki He-man’li halının üzerine bıraktım ve beni giydirmesi için bakıcıma koştum. Aslında kendimde giyinebiliyordum ama zengin olmak yapabilmeyi değil yaptırmayı öğretiyordu insana.

O korkunç kiliseye girerken babamın eline iki elimle sarılmıştım. Belki de bilinçaltıma işlenen çizgi filmlerden olsa gerek ama sanki bana doğru hayaletler ruhlar uçacakmış gibi hissediyordum. Korkan küçük kalbimin atışlarını duyabiliyordum. Kalbim ağzımda atıyor sözünü daha sonra öğrendim ama ilk o gün anlamını öğrenmiştim. Mass’ın sesi kilisenin koca kapısından suratıma vuruyordu. Normalde en ön sırada oturan babam korktuğumu fark etmiş olmalı ki en arka tahta sıraya geçip oturdu. Bütün Katoliklerin adı gibi bildiği Hristiyanlığın ikinci en önemli sakramenti başlamıştı. Bu bir Aşai Rabbani ayiniydi. Katoliklerin deyimiyle Efkaristiya. İki sözcük arasındaki farkı hala anlamış değilim. Fakat siz benim özel gücümü ve kim olduğumu anladığınıza eminim.

Bu ayin ile özel gücümü kazanmak adına ailemin benim çizdiği yoldan vazgeçtim. Ve mesleğimi edindim. Hala anlamadığınız mı bu hikayenin gücümle alakasını? Peki sizi düşünmek gibi zahmetli bir olgudan uzak tutup açıklıyım. Ben bir papaz oldum. Özel gücüm ise o gün ayindeki papazın yaptığı gibi ekmeği ve şarabı kutsayıp İsanin kanı ve etine dönüştürmek. Bunu duyunca hayaliniz mi yıkıldı? Peki şimdi beni düşünün neler hissediyorum.  Küçük bir çocuk olarak o ayinde neler hissettim bunu bir düşünün.

Ayin boyunca papazdan gözümü ayırmadım. Özel gücü bekliyordum. Kitaplardan fırlamış bişiler olmalıydı. Kolu bacağımı uzuyordu, yoksa elinden ateş mi çıkacaktı. Bu merak içinde geçen dakikalar bana saat gibi gelmişti. Ayin bittiğinde bile ben kürsüyü terk eden papaza bakıyordum. Anlamamıştım. Özel gücünü görememiştim. Gözlerimi ovuşturdum. Kendi çağdaşlarım gibi bende de odaklanamama hastalığı vardı. Acaba bir an için dikkatim mi dağılmıştı? Olamaz kesinlikle bişiler yapmış olmalıydı. Babam öyle dedi diye geçirdim içimden. Ve üzgün gözlerle babama döndüm. Lanet olsun görememiştim. O zamanlarda bildiğim en büyük küfür içerikli sözcüktü lanet olsun. Bu yüzden içimden ancak onu söyleyebiliyordum. Babamla göze geldiğimizde babamın ne kadar mutlu olduğu fark ettim. O görmüş olmalıydı papazın özel gücünü. “Baba ben özel gücü göremedim.” dediğim sırada gözlerim ve benliğim ağlamaya hazırlanıyordu. Gözlerim yanıyor, dudağım bükülüyor ,burnum akıyormuş gibi geliyordu. Klasik ağlama öncesi sendromu yani. Babam da bunu fark etmiş olmalı ki. Hızlıca cevap verdi. “O adam ekmeği ete şarabı kana dönüştürdü.”. Bu sözler hala kulağımda çınlamakta. O gün belki de en net olarak hatırladığım anıydı.

Küçük bir çocuğun ne kadar mutlu olduğunu tahmin edebiliyor musunuz? Ufak bir sözcükle kendimi dine adamıştım. Ve şimdi işe yaramaz bir papazdım. Ufakken şartsız güvenmem sonucu hayatımı mahvetmiştim. Elde edilebilecek özel güç sunuldu diye yıllarımı öldürmüştüm. Belki şu anda dinine inanan sizlerde küçükken duyduğunuz ve şartsız inandığınız saçma bir sözcük sonucu inanıyorsunuz. Umarım sadece inanmakla kalmış ve benim gibi hayatınızı boşa harcamamışsınızdır. Bir papaz bu hale nasıl mı geldi? Çoğunuz saf inancına laf edildiği için okumayı bırakıp gitti ama kalanlar için onu da anlatmak isterim.

Maddeyi dönüştürme gücü adını verdiğim ikincil sakrament için yıllarca katolik okullarında okudum. Düşünmekten kaçınan biz insanları daha az düşünmeye iten yıllardı bunlar. Kimi zaman saçma gelen şeyleri bile şartsızca öğrenmek zorundaydım. Çünkü özel gücüm olacaktı. Aradan yıllar geçip bu sert düzendeki okuldan mezun olduğumda artık gücümü elde etmiş olmalıydım. Yapacağım ilk dönüştürme için heyecanla bekliyordum. Bu dönüştürmeden sonra bu güce aşık olduğumu fark ettim.  Fakat yıllar geçtikçe bu aşık yavaş yavaş yerini bir boşluğa bıraktı. İşte o gün aşkımı sorgulamaya başladım. Bu gücü araştırmaya başladım. Okul için evden ayrılmadan önce eve her girişimde gördüğüm Son Akşam Yemeğini canlandırdığımı öğrendim. Aslında bir özel gücüm yoktu. Sadece amatör bir oyuncuydum. İnsanları kandırmak için seçilmiş bir kuklaydım. Yıllarca eğitim gördüğüm şeyler ise kandırmak için kullanacağım yollardı. Okudukça bunları gördüm. Ve birgün Martin Luther sözlerini okudum.

“İnancın sahip olduğu en büyük düşman mantıktır; dini konuların yardımına asla koşmaz ancak kutsal sözlerle sıklıkla savaşır ve Tanrıdan doğan her şeye küçümser bir tavırla yaklaşır.”

Bu satırlar okuldaki dersleri mantıksız bulduğumu hatırlattı bana.  Okumaya devam ettim.

“Her kim bir Hristiyan olmak isterse, mantığının gözlerini oymalıdır.”

İşte bu söz ile farkına vardım ki benim mantığım hiç oyulmamıştı. Çünkü mantığımı bu zamana kadar kullanmamıştım. İnancın zaten mantıklı şeyler üzerine oturtulmuş olduğunu düşünüyordum. Benim mantıkla yaklaşmama gerek yoktur diyordum. Fakat şimdi fark ediyorum ki her şey yalandan ibaret. Benim ufak beynimdeki özel güç açlığından yararlanıp beni çok daha büyük bir sistemin içine oturtmuşlardı. İnanç sisteminin içindeydim artık. Fakat mantığımı kullanmayı öğrenmiştim. Mantığım bu sistemi reddiyordu. Artık mantığımı dinliyorum. Papazlığı bıraktım ve artık inancımı George Bernard Shaw’ın şu sözleriyle açıklıyorum.

“Bir inançlının bir kuşkucudan daha mutlu olduğu gerçeği, bir sarhoşun bir ayıktan daha mutlu olduğu gerçeğinden daha önemli değildir.”


Evet artık mutsuzum ama ayık biriyim. Ve özel güçlerim yok oldu. Sıradan bir insandan tek farkım mantıklı düşünebilme yetim. Belki de yeni özel gücüm budur.

Ouroboros

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder