Özel Güç
Eminim ki herkes özel bir gücünün olmasını istemiştir en
azından bir kere. İnsanlar özel bir güç
istemese Marvel ve DC gibi çizgiroman devleri özel güce sahip karakterler
yaratmaz. Televizyonlarda yayınlanan Heroes dizisi bu kadar hit yapmaz.
X-men’in 6. Filmini çekmek için bu kadar paralar yatırılmazdı. Herkes
hayal gücünün el verdiği ölçüde değişik güçler istemiştir. Kimileri flash
karakteri gibi hızlı gibileri storm karakteri gibi havayı kontrol edebilen güçler
istemiştir. Yani başka birinin hayal gücü isteklerinden ileri gidememişlerdir.
Ben daha farklı bir güce sahip olmuştum. Sahip olduğumu sanmıştım belki de.
İşte bu satırlar sizin söylemekten ve yazmaktan çekindiğiniz özel güç
istekleriniz için yazıldı. Ve bu özel güç uğrana inandıklarınız için.
Bende bir zamanlar başkalarının hayal gücünün esiriydim. Flash gibi hızlı koşmak istediğim zamanlar
Megamind gibi zeki olmak istediğim zamanlar Wolverine kadar özgür ve tapılası
olmak istediğim zamanlar. Kısacası çizgi romanların dizilerin filmlerin
esiriydim. Bir esir olmaktan mutluydum.
Düşünmeye ihtiyacım yoktu. Her şey benim için hazır olarak sunulmuştu.
Üst seviye bir Amerikan ailenin çocuğu olarak dünyaya
geldim. Büyük büyük babalarım İngilterenin York şehrinden gelip New York adlı
şehri kurmuş yerleşmişler. Dünyadaki her
insanın kendi ülke illerini bile bilmeden önce bildiği o muhteşem şehri kurucu
ailelerinden birinin çocuğum kısacası. Bu arada ben hala kendimi tam olarak
Amerikan saymam. New York’u herkes bilir fakat neden Yeni York olarak söylediğini bilmez ben ise
biliyorum. Ben o eski York’un çocuğuyum. Bir İngilizim bence. Büyük dedelerim bile İngiliz olduğumuzu
unutmamamız için şehri Yeni York olarak adlandırmışlar. En azından ben böyle
inanıyorum. Buralar hikayem için önemsiz fakat benim takıntılı olduğum
kısımlardı. Bu gereksizliğe son verip hikayeme dönüyorum yani özel gücüme.
Dediğim gibi üst seviye bir aileden geldiğim için doğuştan
esirdim. Herkes fakir insanların esir olduğunu düşünür. Evet onlarda esir ama
paranın esiri ben ise kurulu düzenin esiriyim. Ailem ben daha doğmadan her şeyi
hazırlamışlardı. Öleceğim tarih belli olsa cenaze törenimin yapılacağı kilise,
insanların oturacağı düzen, peder bile hazırlanmış olurdu. Bu kurulu düzen
içinde benim başka bir şeyi hayal etme gücüm elimden alınmıştı. Bu yüzden
klasik güçlerin esiriydim. Taa ki o olay gerçekleşip elde etmek için
uğraşacağım özel gücü seçeceğim güne kadar. Olaydan önce gücü anlatmak
istiyorum sizlere.
İşte beklediğiniz an geldi. Özel gücümü belirtiyorum
sizlere. Maddeyi dönüştürme gücüne sahibim. Evet maddeyi farklı bir şeye
dönüştürebiliyorum. Aslında farklı bir şey kavramı pek açıklayıcı olmadı. Şöyle
desem daha doğru olur iki şeye. Ben bir simyacı gibi ekmeği ete , şarabı kana
dönüştürebiliyorum. Belki de öyle inanmıştım. Şu anda bende bilmiyorum bu özel
güce sahip olup olmadığımı ama bir zamanlar sahiptim.
Ekmeği ete dönüştürdüğüm ilk gün o ekmeğe bir sevgilinin
gözlerine bakar gibi bakmıştım. Gözlerimi bu ekmekten alamamıştım bir süre. O
şaraba ne demeli? Bir içki bir kan olmuştu. Canlığı sağlayan iki büyük temel
etkini yaratmıştım; et ve kan. Artık bir görev gibi hissediyordum bir amacım
vardı. Her gün önceden belirlenmiş şeyler uyuşuk uyuşuk kalktığımdan yatağımdan
heyecanla fırlıyordum. Görevim vardı özel gücüm vardı belkide en önemlisi diğer
insanlardan farklıydım. Herkesin isteyip elde edemediği şeye hesap olmak
istememin asıl nedeni farklı olmak istemem olduğunu ise şimdi daha net
görebiliyorum.
Özel gücümü öğrendiniz artık ama bu yazı daha bitmedi hatta
yeni başlıyor.
İlkokula gidip gitmediğimi bile hatırlamıyorum. O kadar
küçük bir çocuktum bu olay olduğunda. Her şeye inanan saf bir çocuktum.
Yetişkinlerin sözlerine katıksız şekilde güvenir sorgulamazdım. Bir gün babam
beni kiliseye götürmek istedi. Belki inançlar genç yaşta verilmeliydi ama ben
inancı sorgulayıp inanacak kadar bile büyümemiştim. Ve kilise adı verilen o
devasa binalardan korkuyordum. Gerçi bizim evimizin de onlardan pek farkı yoktu.
Katolik inançlarına kayıtsız şartsız inanmış bir ailenin evi olarak dekore
edilmişti. Hristiyanlığın getirisi olarak görsel ögelere çok önem verilmişti.
Lenardo da Vinci’nin ünlü tablolarının birebir kopyalarından bazıları evimizi
süslüyordu. Örneğin eve girişte Deipara(Bakire Meryem) heykelinin hemen yanında
Son Akşam Yemeği tablosunun birebir kopyası vardı. Bu örneği vermemin nedenini
ileride çok daha iyi anlayacaksınız. Bunların kopya olmasının nedeni de
gerçeğini alacak kadar zengin olmayışımız değil tabloların korunuyor oluşuydu.
Bu son cümle küçüklüğümden kalan zenginliğimizi kanıtlama huyu olsa gerek.
Babamın isteğine dönelim ki siz farklı alemlere sürüklemeyeyim. Kiliseden korkan
biri olarak tabi ki burun kıvırdım bu teklife. Babam ise koltuk altımdaki özel
güçlü karakterlerin bulunduğu boyama kitabına bakıp “ ama orada özel gücü olan
biri var. Onu görmek isteyeceğini düşünmüştüm” dedi. Babam zeki bir adamdı.
Bir boyama kitabındaki karakterden yola çıkıp beni kandıracak sözcüğü bulmuştu;
“Özel Güç”. Kitabımı odamdaki He-man’li halının üzerine bıraktım ve beni
giydirmesi için bakıcıma koştum. Aslında kendimde giyinebiliyordum ama zengin
olmak yapabilmeyi değil yaptırmayı öğretiyordu insana.
O korkunç kiliseye girerken babamın eline iki elimle
sarılmıştım. Belki de bilinçaltıma işlenen çizgi filmlerden olsa gerek ama
sanki bana doğru hayaletler ruhlar uçacakmış gibi hissediyordum. Korkan küçük
kalbimin atışlarını duyabiliyordum. Kalbim ağzımda atıyor sözünü daha sonra
öğrendim ama ilk o gün anlamını öğrenmiştim. Mass’ın sesi kilisenin koca
kapısından suratıma vuruyordu. Normalde en ön sırada oturan babam korktuğumu
fark etmiş olmalı ki en arka tahta sıraya geçip oturdu. Bütün Katoliklerin adı
gibi bildiği Hristiyanlığın ikinci en önemli sakramenti başlamıştı. Bu bir Aşai
Rabbani ayiniydi. Katoliklerin deyimiyle Efkaristiya. İki sözcük arasındaki
farkı hala anlamış değilim. Fakat siz benim özel gücümü ve kim olduğumu
anladığınıza eminim.
Bu ayin ile özel gücümü kazanmak adına ailemin benim çizdiği
yoldan vazgeçtim. Ve mesleğimi edindim. Hala anlamadığınız mı bu hikayenin
gücümle alakasını? Peki sizi düşünmek gibi zahmetli bir olgudan uzak tutup
açıklıyım. Ben bir papaz oldum. Özel gücüm ise o gün ayindeki papazın yaptığı
gibi ekmeği ve şarabı kutsayıp İsanin kanı ve etine dönüştürmek. Bunu duyunca
hayaliniz mi yıkıldı? Peki şimdi beni düşünün neler hissediyorum. Küçük bir çocuk olarak o ayinde neler
hissettim bunu bir düşünün.
Ayin boyunca papazdan gözümü ayırmadım. Özel gücü
bekliyordum. Kitaplardan fırlamış bişiler olmalıydı. Kolu bacağımı uzuyordu,
yoksa elinden ateş mi çıkacaktı. Bu merak içinde geçen dakikalar bana saat gibi
gelmişti. Ayin bittiğinde bile ben kürsüyü terk eden papaza bakıyordum.
Anlamamıştım. Özel gücünü görememiştim. Gözlerimi ovuşturdum. Kendi çağdaşlarım
gibi bende de odaklanamama hastalığı vardı. Acaba bir an için dikkatim mi
dağılmıştı? Olamaz kesinlikle bişiler yapmış olmalıydı. Babam öyle dedi diye
geçirdim içimden. Ve üzgün gözlerle babama döndüm. Lanet olsun görememiştim. O
zamanlarda bildiğim en büyük küfür içerikli sözcüktü lanet olsun. Bu yüzden
içimden ancak onu söyleyebiliyordum. Babamla göze geldiğimizde babamın ne kadar
mutlu olduğu fark ettim. O görmüş olmalıydı papazın özel gücünü. “Baba ben özel
gücü göremedim.” dediğim sırada gözlerim ve benliğim ağlamaya hazırlanıyordu.
Gözlerim yanıyor, dudağım bükülüyor ,burnum akıyormuş gibi geliyordu. Klasik
ağlama öncesi sendromu yani. Babam da bunu fark etmiş olmalı ki. Hızlıca cevap
verdi. “O adam ekmeği ete şarabı kana dönüştürdü.”. Bu sözler hala kulağımda
çınlamakta. O gün belki de en net olarak hatırladığım anıydı.
Küçük bir çocuğun ne kadar mutlu olduğunu tahmin edebiliyor
musunuz? Ufak bir sözcükle kendimi dine adamıştım. Ve şimdi işe yaramaz bir
papazdım. Ufakken şartsız güvenmem sonucu hayatımı mahvetmiştim. Elde
edilebilecek özel güç sunuldu diye yıllarımı öldürmüştüm. Belki şu anda dinine
inanan sizlerde küçükken duyduğunuz ve şartsız inandığınız saçma bir sözcük
sonucu inanıyorsunuz. Umarım sadece inanmakla kalmış ve benim gibi hayatınızı
boşa harcamamışsınızdır. Bir papaz bu hale nasıl mı geldi? Çoğunuz saf inancına
laf edildiği için okumayı bırakıp gitti ama kalanlar için onu da anlatmak
isterim.
Maddeyi dönüştürme gücü adını verdiğim ikincil sakrament
için yıllarca katolik okullarında okudum. Düşünmekten kaçınan biz insanları
daha az düşünmeye iten yıllardı bunlar. Kimi zaman saçma gelen şeyleri bile
şartsızca öğrenmek zorundaydım. Çünkü özel gücüm olacaktı. Aradan yıllar geçip
bu sert düzendeki okuldan mezun olduğumda artık gücümü elde etmiş olmalıydım.
Yapacağım ilk dönüştürme için heyecanla bekliyordum. Bu dönüştürmeden sonra bu
güce aşık olduğumu fark ettim. Fakat
yıllar geçtikçe bu aşık yavaş yavaş yerini bir boşluğa bıraktı. İşte o gün
aşkımı sorgulamaya başladım. Bu gücü araştırmaya başladım. Okul için evden ayrılmadan
önce eve her girişimde gördüğüm Son Akşam Yemeğini canlandırdığımı öğrendim.
Aslında bir özel gücüm yoktu. Sadece amatör bir oyuncuydum. İnsanları kandırmak
için seçilmiş bir kuklaydım. Yıllarca eğitim gördüğüm şeyler ise kandırmak için
kullanacağım yollardı. Okudukça bunları gördüm. Ve birgün Martin Luther
sözlerini okudum.
“İnancın sahip olduğu en büyük düşman mantıktır; dini
konuların yardımına asla koşmaz ancak kutsal sözlerle sıklıkla savaşır ve
Tanrıdan doğan her şeye küçümser bir tavırla yaklaşır.”
Bu satırlar okuldaki dersleri mantıksız bulduğumu hatırlattı
bana. Okumaya devam ettim.
“Her kim bir Hristiyan olmak isterse, mantığının gözlerini
oymalıdır.”
İşte bu söz ile farkına vardım ki benim mantığım hiç
oyulmamıştı. Çünkü mantığımı bu zamana kadar kullanmamıştım. İnancın zaten mantıklı
şeyler üzerine oturtulmuş olduğunu düşünüyordum. Benim mantıkla yaklaşmama
gerek yoktur diyordum. Fakat şimdi fark ediyorum ki her şey yalandan ibaret.
Benim ufak beynimdeki özel güç açlığından yararlanıp beni çok daha büyük bir
sistemin içine oturtmuşlardı. İnanç sisteminin içindeydim artık. Fakat
mantığımı kullanmayı öğrenmiştim. Mantığım bu sistemi reddiyordu. Artık
mantığımı dinliyorum. Papazlığı bıraktım ve artık inancımı George Bernard
Shaw’ın şu sözleriyle açıklıyorum.
“Bir inançlının bir kuşkucudan daha mutlu olduğu gerçeği,
bir sarhoşun bir ayıktan daha mutlu olduğu gerçeğinden daha önemli değildir.”
Evet artık mutsuzum ama ayık biriyim. Ve özel güçlerim yok
oldu. Sıradan bir insandan tek farkım mantıklı düşünebilme yetim. Belki de yeni
özel gücüm budur.
Ouroboros
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder