Kültür Farkı (İngiltere)
İlk yazımı meridyenlerin 0
derecesinden bir zamanların güneş batmayan ülkesinden yazıyorum; İngiltere’nin
Londra kentinden. Ayrıca yeryüzünde bile değilim. Yerin 4 kat altında örümcek
ağı gibi örülmüş buranın değişiyle tube bizdeki ismiyle metrodan yazıyorum
(niye yerin 4 kat altında dediğimi de açıklayayım; burada o kadar çok metro var
ki alt alta 7 tane metro hattı var. İşte ben onların 4.katta olanındayım. Belki
bir daha ki yazımda yerin 7 kat altına inerim.). Biz kızılay-7.cadde arası metro
hattını yıllardır yapamazken adamlar 19 yy. da şehrin her yerine metro hattı
yapmışlar.
Şu anda vagonda birçok
kültürden birçok ülkeden ve birçok dine mensup insanla beraberim. Yanımda
oturan teyze Hintli (ten renginden ve alnındaki kırmızı noktasından rahatça
anlayabiliyorum)karşımda oturan ise zenci bir genç (fakat büyük ihtimalle Afrikalı
çünkü rengi buralı zencilere benzemiyor) çaprazımda ise İngiliz olduğunu
düşündüğüm sarışın mavi gözlü hoş bir genç bayan var. Sadece üç kişi beni de
dahil edersek 4 kişi ile yüzde yüz gibi bir yüzde ile kültür farklılığını
belirtmiş oldum. İşte size bugün asıl anlatmak istediğim konu kültür
farklılığı. Bunu yazmak için daha güzel bir şehir ve ülke bulunamazdı eminim.
Öncelikle ülkemizde
özellikle İstanbul da çok büyük bir sorun olan trafikten başlayacağım.
Hepinizin bildiği üzere burada trafik ters akıyor yani sağdan akıyor.
Çocukluktan beri size öğretilen karşıdan karşıya geçerken ilk önce sola bak
kuralı burada işlemiyor. Sola bakıp yol boş deyip yola atlamayalım diye
karşıdan karşıya geçilecek yerlerde yerde “sağa bak” diye yazıyor. Zaten çoğu
zaman buna bile ihtiyacınız olmuyor arabalar bir yaya görünce hemen yol
veriyor. Bizdeki gibi araba akışında aralık beklemek yok burada. Araba
sürücüleri yayaya saygı gösteriyor. Trafik lambasının bulunduğu yerlerde ise
lambaların kontrolü yaya bırakılmış. Karşıya geçmek istediğiniz zaman bir tuşa
dokunarak trafik lambasını kırmızıya çevirebiliyorsunuz.
Yollar ise Türkiye’dekinden
bile dar. Herkes zaman deriz ya yollarımız dar ondan trafik oluyor. Peki ya
buradaki kadar dar yollara sahip olsak neler olurdu düşünmek bile istemiyorum.
Trafiği ayarlamak için yolları büyütmek yerine devasa bir metro ve tren hattı
yapmışlar bunun yanı sıra binaları 3-4 kattan yüksek yapmayarak insan
kalabalığını azaltmışlar. Yollar dar olduğu için yol kenarında ve kaldırımda
park eden araba da yok. Trafik tıkanmadığından mıdır nedir (daha açıklamasını
bulamadım) korna sesi duymak imkânsız. Belki de arabalar da korna yoktur zaten
direksiyonları ters tarafta. Her zaman taptığımız çift katlı kırmızı otobüsler
de aslında yolların dar ve virajlı olmasından oluşmuş. Bizimki gibi uzun
otobüsler kullansalardı yollar tıkanırdı. Fakat bu şirin kırmızı otobüslerin
içi genelde pis oluyor. İşte burada işin içine insan giriyor. Konunun devamında
insanı inceleyeceğiz.
Türk insanın her zaman
daha yardım sever ve bazı konularda daha temiz olduğunu vurgulama kısmına geldi
sıra. Küçük çift katlı şirin otobüslerde yerlerde pet şişeler, kâğıtlar, ambalaj artıkları var bunlar bizde yok. Ama
bizimkiler gibi oturak arkasında ilanı aşk yazıları yazmak da burada yok. Fakat
sokaklarında çöpten eser yok. Bütün çöpler türlerine göre çöpe atılıyor.
Sokaklar temiz olduğundan olsa gerek insanlar eve ayakkabılarıyla giriyor.
Bizde bunu yapmaya kalksan annenizden yiyeceğiniz azarın hattı hesabı yok.
Hazır eve girmişiz birde
tuvalete göz atalım değil mi. Burada tuvaletlerde su akmıyor. Yani popomuzu ya
sadece tuvalet kâğıdı ile sileceğiz ya da evimizde sing varsa orada yıkacağız.
Sing denen şey ise lavabonun tuvalet boyunda olanına deniyor. Elimizi yıkayalım
dersek sıcak su ve soğuk su muslukları ayrı ya yanıyorsun ya donuyorsun. Hele
bazı avm’ler de tuvalet işi ne bir çığır açmış. Size durumu bir anımla
özetliyim. Avm de tuvaletin kapısını açtım. Sağımda sıra sıra adam duvara karşı
duruyor. Bu pozisyon bize ancak pisuar kısmında olur. Fakat pisuar yok bu sefer
insanlar duvar işiyordu. Yere sarı bir çizgi çekilmiş duvara ise dart tahtası
misali iç içe geçmiş daireler çizilmiş. Çizginin üzerinden duvara doğru
yapıyorsun. Duvardan akan çiş yerdeki giderden gidiyor. Ben bunu görünce
tuvaletim kaçtı ve tuvaletten çıktım.
Tabi bu duvar olayı her yerde yok ama pisuar arasına konan engel ise
hiçbir yerde yok.
Buradaki insanlar rahat. Öyle ki kızlar o kadar kısa şort giyiyorlar ki
Türkiye de olsa hemen belirli meslek grubuna dahil oldukları söylenir. Fakat
insanların umurun da değil çıplak gezsen bile sorun yaratmıyorlar. Buna bile
denk geldim. Bir gece gabriel ile birlikte Londra’nın ünlü meydanlarından
birinde oturuyoruz. Bir oğlan yanındaki kızı tutup süs havuzunun içine attı.
Kızda oğlanı suyun içine çekti. Belirli bir süre şakalaştılar sonra polis
bunları azarladı. Sonra ne oldu dersiniz? Erkekte kızda üstlerindeki tshirtleri
çıkarıp ellerine alıp yürüdüler. Kız sutyence oğlan ise yarı çıplaktı. Bu
sahneyi Türkiye de düşünebiliyor musunuz?
Dikkat edilmesi gerek bir
diğer konu ise erkekler tokalaşırken öpüşmezmiş burada (Buna kafa ya da yanak tokuşturmak da dahil).
Ben bunu garip bir şekilde öğrendim. Kaldığım evde 2 tane gay olmak üzere 4 erkek
var. Gay olmayanlardan biri odama gelip doğum günümü kutladı ve elini uzattı.
Bende teşekkür edip elini tuttum ve (yapılmaması gerek şeyi yaptım) yanağımı
yanağına değdirdim. Bu benim için bir alışkanlıktı sadece. Fakat onun gözleri
bir anda büyüdü ve daha konuşurken hızlı adımlarla odasına gidip kapıyı
suratıma kapattı. Sonradan öğrendim ki beni gay sanmış ve korkmuş.
Biraz da yemekler
üzerinden bakalım kültür farkına. Bu insanların kendine özgü yemekleri yok.
Buradaki restoranlar ya uzak doğu ya Türk yemeği üzerine kurulu. İngilizlere
ait restoran yok onlar fast food yiyorlar. Peki ya evde yemek yapıyorlar mı?
Sanırım yapmıyor. Hiçbir İngiliz’in evine konuk olmadım ama büyük marketlere
girdiğiniz zaman her türlü yemeğin hazırlanmış mikrodalga fırına atılmak üzere
hale getirilmiş şeklini görebilirsiniz. Hatta salatalar bile hazır. Adamlar
fabrikada doğramış karıştırmış poşetlemiş sen sadece tabağa koyup yiyorsun.
Yani yemek hazırlamak yok sadece pişirmek var. Hemen bir tanıdığımın başından
geçen olayı anlatıyım. Türkiye’de arkadaşımın oturduğu evin karşısındaki
daireye bir İngiliz taşınıyor. Tabi bizde misafirperverlik çok olduğu için
arkadaşımın annesi yaptığı mantıdan yeni taşınmış olan komşusuna da götürüyor.
Kısa bir tanışma faslından sonra arkadaşımın annesi mantıyı komşusuna sunuyor.
İngiliz komşu yemeğe bakarak bunu siz mi yaptınız diyor. Arkadaşımın annesi
evet ben yaptım diyor övünçle. İngiliz komşu ise işte siz Türkler bu yüzden
gerisiniz bunu yapmaya zaman harcıyorsunuz diyor.
Dizilerde filmlerde
görürsünüz sürekli bira içerler. Evet, burada su gibi bira içiliyor. Nedeni ise
sudan ucuz olması. Bu bir mecaz değil gerçekten sudan ucuz. Özellikle Cuma akşamları
bütün insanlar barlar da buluşup konuşup içiyorlar. Bizde ise içki yakında
zenginlerin içeceği olacak kadar zamlandı. Hiçbir zaman Cuma günü barlarda
buluşup içeceğimiz zamanlar gelmeyecek. Hazır bardayken birkaç noktaya daha değinmek
istiyorum. Burada barmen yok barwomen var yani bayan barmenler var. Türkiye de
yalnız başına barmenlik yapan bir bayan düşünmek çok zor. Çünkü sarhoş olan
halkımız kendi kontrollünü kaybediyor (genelde). Fakat burada bayan barmene
bulaşan olmuyor. Bu ülkede bayanlar el üstünde tutuluyor çünkü(paralarının
üzerinde kraliçeleri var). Bayan bir otobüs şoförü bayan bir taksici düşünün.
Olmuyor düşünemiyorsunuz çünkü Türkiye’de hiç görmediniz. Fakat bu ülkede var
ve rahat bir şekilde işlerini yapıyorlar. Türkiye’de bayanlar her geçen gün
kısıtlanıyor ve buna göz yumuyoruz.
Son olarak dilenci konusuna
değineceğim. Türkiye de her yerde dilenci
görmek mümkün hatta bazıları para vermezsen beddua bile ediyor. Burada ise
böyle bir şey yok. Burada insanlar sokakta müzik aletleri çalıyorlar şarkı
söylüyorlar dans ediyorlar resim çiziyorlar sihir gösterisi ya da talk show yapıyorlar.
Hatta kucaklaşıp para kazanan üzerine dilek yazısı yazdırıp para kazananlar
bile var. Bu insanların yeteneği olmasa bile yaratıcılığı var. Dilenmek yerine
yaratmak fiilini kullanıyorlar bu insanlar. Belki de bizim insanımız çok yufka
yürekli kandırılmaya duygularının sömürülmesine fazla açık bu yüzden dilenmek
fiilini daha çok kullanıyoruzdur.
Bir söz vardır “ çok
okuyan mı çok bilir çok gezen mi?” diye (Hiç sevmem bu sözü). Artık şunu
biliyorum çok okuyan bilir ama gezmeden anlayamaz. Evet, buradaki çoğu şeyi
okumuştum ama görünce yaşayınca ne kadar gerçek olduğunu anladım. Bazı şeyleri
daha iyi anlamak için bile gezilebilir dünya görmek istemeye gerek yok.
Ouroboros
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder