11 Ağustos 2013 Pazar

Kültür Farkı ( İngiltere )


Kültür Farkı (İngiltere)

İlk yazımı meridyenlerin 0 derecesinden bir zamanların güneş batmayan ülkesinden yazıyorum; İngiltere’nin Londra kentinden. Ayrıca yeryüzünde bile değilim. Yerin 4 kat altında örümcek ağı gibi örülmüş buranın değişiyle tube bizdeki ismiyle metrodan yazıyorum (niye yerin 4 kat altında dediğimi de açıklayayım; burada o kadar çok metro var ki alt alta 7 tane metro hattı var. İşte ben onların 4.katta olanındayım. Belki bir daha ki yazımda yerin 7 kat altına inerim.). Biz kızılay-7.cadde arası metro hattını yıllardır yapamazken adamlar 19 yy. da şehrin her yerine metro hattı yapmışlar.

Şu anda vagonda birçok kültürden birçok ülkeden ve birçok dine mensup insanla beraberim. Yanımda oturan teyze Hintli (ten renginden ve alnındaki kırmızı noktasından rahatça anlayabiliyorum)karşımda oturan ise zenci bir genç (fakat büyük ihtimalle Afrikalı çünkü rengi buralı zencilere benzemiyor) çaprazımda ise İngiliz olduğunu düşündüğüm sarışın mavi gözlü hoş bir genç bayan var. Sadece üç kişi beni de dahil edersek 4 kişi ile yüzde yüz gibi bir yüzde ile kültür farklılığını belirtmiş oldum. İşte size bugün asıl anlatmak istediğim konu kültür farklılığı. Bunu yazmak için daha güzel bir şehir ve ülke bulunamazdı eminim.

Öncelikle ülkemizde özellikle İstanbul da çok büyük bir sorun olan trafikten başlayacağım. Hepinizin bildiği üzere burada trafik ters akıyor yani sağdan akıyor. Çocukluktan beri size öğretilen karşıdan karşıya geçerken ilk önce sola bak kuralı burada işlemiyor. Sola bakıp yol boş deyip yola atlamayalım diye karşıdan karşıya geçilecek yerlerde yerde “sağa bak” diye yazıyor. Zaten çoğu zaman buna bile ihtiyacınız olmuyor arabalar bir yaya görünce hemen yol veriyor. Bizdeki gibi araba akışında aralık beklemek yok burada. Araba sürücüleri yayaya saygı gösteriyor. Trafik lambasının bulunduğu yerlerde ise lambaların kontrolü yaya bırakılmış. Karşıya geçmek istediğiniz zaman bir tuşa dokunarak trafik lambasını kırmızıya çevirebiliyorsunuz.
Yollar ise Türkiye’dekinden bile dar. Herkes zaman deriz ya yollarımız dar ondan trafik oluyor. Peki ya buradaki kadar dar yollara sahip olsak neler olurdu düşünmek bile istemiyorum. Trafiği ayarlamak için yolları büyütmek yerine devasa bir metro ve tren hattı yapmışlar bunun yanı sıra binaları 3-4 kattan yüksek yapmayarak insan kalabalığını azaltmışlar. Yollar dar olduğu için yol kenarında ve kaldırımda park eden araba da yok. Trafik tıkanmadığından mıdır nedir (daha açıklamasını bulamadım) korna sesi duymak imkânsız. Belki de arabalar da korna yoktur zaten direksiyonları ters tarafta. Her zaman taptığımız çift katlı kırmızı otobüsler de aslında yolların dar ve virajlı olmasından oluşmuş. Bizimki gibi uzun otobüsler kullansalardı yollar tıkanırdı. Fakat bu şirin kırmızı otobüslerin içi genelde pis oluyor. İşte burada işin içine insan giriyor. Konunun devamında insanı inceleyeceğiz.

Türk insanın her zaman daha yardım sever ve bazı konularda daha temiz olduğunu vurgulama kısmına geldi sıra. Küçük çift katlı şirin otobüslerde yerlerde pet şişeler,  kâğıtlar,  ambalaj artıkları var bunlar bizde yok. Ama bizimkiler gibi oturak arkasında ilanı aşk yazıları yazmak da burada yok. Fakat sokaklarında çöpten eser yok. Bütün çöpler türlerine göre çöpe atılıyor. Sokaklar temiz olduğundan olsa gerek insanlar eve ayakkabılarıyla giriyor. Bizde bunu yapmaya kalksan annenizden yiyeceğiniz azarın hattı hesabı yok.
Hazır eve girmişiz birde tuvalete göz atalım değil mi. Burada tuvaletlerde su akmıyor. Yani popomuzu ya sadece tuvalet kâğıdı ile sileceğiz ya da evimizde sing varsa orada yıkacağız. Sing denen şey ise lavabonun tuvalet boyunda olanına deniyor. Elimizi yıkayalım dersek sıcak su ve soğuk su muslukları ayrı ya yanıyorsun ya donuyorsun. Hele bazı avm’ler de tuvalet işi ne bir çığır açmış. Size durumu bir anımla özetliyim. Avm de tuvaletin kapısını açtım. Sağımda sıra sıra adam duvara karşı duruyor. Bu pozisyon bize ancak pisuar kısmında olur. Fakat pisuar yok bu sefer insanlar duvar işiyordu. Yere sarı bir çizgi çekilmiş duvara ise dart tahtası misali iç içe geçmiş daireler çizilmiş. Çizginin üzerinden duvara doğru yapıyorsun. Duvardan akan çiş yerdeki giderden gidiyor. Ben bunu görünce tuvaletim kaçtı ve tuvaletten çıktım.  Tabi bu duvar olayı her yerde yok ama pisuar arasına konan engel ise hiçbir yerde yok.

Buradaki insanlar rahat.  Öyle ki kızlar o kadar kısa şort giyiyorlar ki Türkiye de olsa hemen belirli meslek grubuna dahil oldukları söylenir. Fakat insanların umurun da değil çıplak gezsen bile sorun yaratmıyorlar. Buna bile denk geldim. Bir gece gabriel ile birlikte Londra’nın ünlü meydanlarından birinde oturuyoruz. Bir oğlan yanındaki kızı tutup süs havuzunun içine attı. Kızda oğlanı suyun içine çekti. Belirli bir süre şakalaştılar sonra polis bunları azarladı. Sonra ne oldu dersiniz? Erkekte kızda üstlerindeki tshirtleri çıkarıp ellerine alıp yürüdüler. Kız sutyence oğlan ise yarı çıplaktı. Bu sahneyi Türkiye de düşünebiliyor musunuz?
Dikkat edilmesi gerek bir diğer konu ise erkekler tokalaşırken öpüşmezmiş burada  (Buna kafa ya da yanak tokuşturmak da dahil). Ben bunu garip bir şekilde öğrendim. Kaldığım evde 2 tane gay olmak üzere 4 erkek var. Gay olmayanlardan biri odama gelip doğum günümü kutladı ve elini uzattı. Bende teşekkür edip elini tuttum ve (yapılmaması gerek şeyi yaptım) yanağımı yanağına değdirdim. Bu benim için bir alışkanlıktı sadece. Fakat onun gözleri bir anda büyüdü ve daha konuşurken hızlı adımlarla odasına gidip kapıyı suratıma kapattı. Sonradan öğrendim ki beni gay sanmış ve korkmuş.

Biraz da yemekler üzerinden bakalım kültür farkına. Bu insanların kendine özgü yemekleri yok. Buradaki restoranlar ya uzak doğu ya Türk yemeği üzerine kurulu. İngilizlere ait restoran yok onlar fast food yiyorlar. Peki ya evde yemek yapıyorlar mı? Sanırım yapmıyor. Hiçbir İngiliz’in evine konuk olmadım ama büyük marketlere girdiğiniz zaman her türlü yemeğin hazırlanmış mikrodalga fırına atılmak üzere hale getirilmiş şeklini görebilirsiniz. Hatta salatalar bile hazır. Adamlar fabrikada doğramış karıştırmış poşetlemiş sen sadece tabağa koyup yiyorsun. Yani yemek hazırlamak yok sadece pişirmek var. Hemen bir tanıdığımın başından geçen olayı anlatıyım. Türkiye’de arkadaşımın oturduğu evin karşısındaki daireye bir İngiliz taşınıyor. Tabi bizde misafirperverlik çok olduğu için arkadaşımın annesi yaptığı mantıdan yeni taşınmış olan komşusuna da götürüyor. Kısa bir tanışma faslından sonra arkadaşımın annesi mantıyı komşusuna sunuyor. İngiliz komşu yemeğe bakarak bunu siz mi yaptınız diyor. Arkadaşımın annesi evet ben yaptım diyor övünçle. İngiliz komşu ise işte siz Türkler bu yüzden gerisiniz bunu yapmaya zaman harcıyorsunuz diyor.

Dizilerde filmlerde görürsünüz sürekli bira içerler. Evet, burada su gibi bira içiliyor. Nedeni ise sudan ucuz olması. Bu bir mecaz değil gerçekten sudan ucuz. Özellikle Cuma akşamları bütün insanlar barlar da buluşup konuşup içiyorlar. Bizde ise içki yakında zenginlerin içeceği olacak kadar zamlandı. Hiçbir zaman Cuma günü barlarda buluşup içeceğimiz zamanlar gelmeyecek. Hazır bardayken birkaç noktaya daha değinmek istiyorum. Burada barmen yok barwomen var yani bayan barmenler var. Türkiye de yalnız başına barmenlik yapan bir bayan düşünmek çok zor. Çünkü sarhoş olan halkımız kendi kontrollünü kaybediyor (genelde). Fakat burada bayan barmene bulaşan olmuyor. Bu ülkede bayanlar el üstünde tutuluyor çünkü(paralarının üzerinde kraliçeleri var). Bayan bir otobüs şoförü bayan bir taksici düşünün. Olmuyor düşünemiyorsunuz çünkü Türkiye’de hiç görmediniz. Fakat bu ülkede var ve rahat bir şekilde işlerini yapıyorlar. Türkiye’de bayanlar her geçen gün kısıtlanıyor ve buna göz yumuyoruz.

Son olarak dilenci konusuna değineceğim.  Türkiye de her yerde dilenci görmek mümkün hatta bazıları para vermezsen beddua bile ediyor. Burada ise böyle bir şey yok. Burada insanlar sokakta müzik aletleri çalıyorlar şarkı söylüyorlar dans ediyorlar resim çiziyorlar sihir gösterisi ya da talk show yapıyorlar. Hatta kucaklaşıp para kazanan üzerine dilek yazısı yazdırıp para kazananlar bile var. Bu insanların yeteneği olmasa bile yaratıcılığı var. Dilenmek yerine yaratmak fiilini kullanıyorlar bu insanlar. Belki de bizim insanımız çok yufka yürekli kandırılmaya duygularının sömürülmesine fazla açık bu yüzden dilenmek fiilini daha çok kullanıyoruzdur.

Bir söz vardır “ çok okuyan mı çok bilir çok gezen mi?” diye (Hiç sevmem bu sözü). Artık şunu biliyorum çok okuyan bilir ama gezmeden anlayamaz. Evet, buradaki çoğu şeyi okumuştum ama görünce yaşayınca ne kadar gerçek olduğunu anladım. Bazı şeyleri daha iyi anlamak için bile gezilebilir dünya görmek istemeye gerek yok.

Ouroboros

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder